Beyaz İplik

Standard


Beyaz bir iplikten Hanımelli Köyü’ne… İki gömleğin üst düğmesi kopmuş, ütü yaparken fark ettim. Tam o sırada dikersem diktim, sonra unuturum. Baktım, dikiş kutumda beyaz iplik kalmamış. Gömlekleri astım. Ve bu böyle aylarca sürdü. Büyük marketlerde takım halinde satılıyor makaralar, her renk. Oysa benim buna ihtiyacım yok. Etrafımızda tek bir tuhafiye dükkanı da yok. Bugün tiyatro dönüşü aklıma koydum, bir yerlerden alacağım. 
Nişantaş’ın arka sokaklarında yürürken önü süpürge, kova, deterjan, turşu kavanozu ve buna benzer binbir şeyle dolu bir dükkanın kapısını açtım. Zor ihtimal ama sormaktan ne çıkar? Bu sokak, kentin en lüks hastanesinin ve pastanelerinin olduğu eski bir İstanbul sokağıdır. Dükkanın camından içeriye bakınca oturan biri olup olmadığı görünmüyor. Dükkan sahibinin oturduğunu zannettiğim sandalyenin önünde bir masa var, üstü oturanın önüne bir perde çekilmiş halde ıvır zıvır ürünle dolu. 
Kararlıyım, kapıyı ittim. Yaşlıca bir kadın buyur bakalım dedi, hoş geldin. Bu ses tonunu tanırım. Severim böyle selamları. Odun ateşi etrafına sıralanmış meraklı dinleyicilere bir şeyler anlatacak bir masalcıyı müjdeler. İyi akşamlar ablacığım, acaba beyaz iplik bulunur mu senin dükkanda? Meğer bulunmaz mı demiş, ben o kadar ihtimal vermiyorum ki hay Allah yok demek dedim. Var var, gel bakalım. Beyaz makarayı çıkardı. Hadi almışken iki tane olsun. Başka bir ihtiyacın var mı? Şöyle bir döndüm dükkanda, neler var neler yok? Bilmem ki dedim. Sonra bende gezinip duran başka bir ihtiyacım ses oldu, fotoğraftaki beyin mi? Evet. Rahmetli herhalde. Dün-tam-on dokuz- sene oldu. Allah rahmet eylesin. Amin. O gidince sana kaldı işler demek. Mecburiyetten dedi, on iki yaşında oğlumla kaldım ortada. Er ölünce abi, gardaş el olur. El olur. Onun kardeşleri de öyle. Baktım, çare yok, gelip oturdum dükkana. Dükkan aynı ama o zaman bizim işimiz manavlıktı. Bak sana bir şey diyeyim, elini yanındaki sandalyeye uzattı, otur diye işaret etti, oturdum. Bu koskoca dünyada esnaf arasında en meşakkatli işi manavlar yapar. Gece saat üçte kalkıp hale giderler. Mecbursun. Taze meyve sebze halden alınır, geç kalırsan bulamazsın. Marketten bir kilo domates bile almam. Niye? Manavlara duyduğum saygı var. Kaç lira derlerse o fiyattan alacaksın, manavla pazarlık olmaz. 
Vay be ablacığım dedim, bilmezdim, demek gecenin bir yarısı hale giderler, ha? 
Evet. Bir iki ben de gitmeyi denedim. Ama o zamanlar genç bir kadındım. Sağdan soldan olmaz dediler. Ben de çekindim açıkcası. Fakat ne yapacağım? Nasıl geçineceğim, nerden bir geçim kapısı bulacağım, çaresiz kaldım. Bir doktor hanım vardı, Ferda Hanım. Teşvikiye Hastanesi vardı o zamanlar, orada doktor. Gayrimüslüm idi galiba, hani var ya. Baktım kadın her akşam üzeri benim manava geliyor, bir şeyler alacak. Dikkatimi çekti, meyvenin sebzenin en döküntüsünü, en ele alınmayacağını dolduruyor torbasına. Dedim, doktor hanım, neden çürüğü çarığı seçiyorsun? Dedi, ben bunları almazsam, kim alacak? Derin bir iç çekti abla. Dünyada iyi insan çok. Amma, kötü insan da çok. Bana iyisi rastladı. Ben dedi, senin rahmetli beyinden hep alışveriş ederdim. Hatta cenazesine de katıldım. Çok erken gitti. He, dedim, daha kırk sekiz yoktu, kalp işte. Şimdi senin, dedi, bu manav dükkanını çevirebilmen için elimden ne gelirse onu yapmak istiyorum. Görüyor musun iyi insan ne? O bana böyle sarılınca, oturup derdimi anlattım. Hale gitmesi zor filan. O halde dedi, dükkanı sakın bırakma, bir daha bu kadar güzel yeri bulamazsın. Kadın doktor, okullar okumuş. Çok zorlanmadan satabileceğin şeyler sat, ne bileyim ben, süpürge, kova, deterjan gibi. İşte manav böylece bu dükkan oldu. 
Duvardaki kırk yaşlarında, karayağız, temiz yüzlü adam sessiz sedasız duruyor. O kadar tanıdık bir yüzü var ki, belki 2000 yılı öncesi gördüysem bir Adana mandalinası, dayanamayıp almışlığım, bu huy bende olduğuna göre kim bilir, konuştuğum olmuştur. 
Oldu amma, diye devam ediyor, olana kadar neler duydum… Misal, sen sabah kalkınca kardeşini görüyor musun? Yani, evlisin herhal, evet, evliysen kardeşini sabah göremezsin değil mi? Göremem. Pür dikkat dinliyorum. Peki kimi görürsün, mesela bu dükkanı açtın sabah, kimi görürsün? Komşu esnafı. Yaaa, komşuyu görürsün. Bu komşular, sağlı sollu, bana Allah’ın bir selamını vermediler. Maksatları dükkanı benden almak. Bu gördüğün bina hepten Fikriye Hanım’ın. Onu çıkarken görüyor ya bunlar, dükkanın yeri iyiden başlıyorlar, yok bir tanıdıkları varmış da, ona daha fiyakalı kiradan verilirmiş de, zaten ben kadın başımla yakında kepengi indirirmişim de, söylüyorlar. Bak şimdi dükkanın önü, girişi her yer eşya dolu. Niye bildin mi? Anladım galiba. Anlarsın ya! Onlar beni görmez, ben onları duyarım. Ne demiştim sana, dünyada iyi insan çok. Kötü insan da çok. Ama bu işte bu Fikriye Hanım iyilerden çıktı. Ne dedi onlara bil bakalım? Ne dedi? Meraktan çatlayacağım ama az soru, az yanıtla ablayı dinliyorum. Dedi bu kadının küçük bir çocuğu var, tek yavrusudur, Allah bağışlasın. O bana Hamit’in yadigârıdır. Kirasını düzenli ödüyor, beyi buraya gireli yıllar olmuş, onun hakkıdır. Çok iyi bir adamcağızdı, bir gün incitmedi beni, hep hürmet, hep kollama. Elimde bir ufacık paket görse aman Fikriye Hanım, senin taşıman olur mu? Alır elimden paketi yukarı çıkarır. 
Duvarda kırk yaşlarında, karayağız, temiz yüzlü adam sessiz sedasız duruyor. 
Hamit’in hatırı var, ölsem başkasına vermem dedi. 
Şimdi ben bunu duydum ya, birdenbire dünya gözümde küçüldü, ben büyüdüm. Sen şu adamın bana bıraktığı mirasa bak! Hâl böyleyken, mecbur kaldım akıllı oldum. Şimdi mesela bazen biri girer, abla falanca senin telefonunu istiyor der. Bak dikkatli ol, ben ne derim? Ne dersin? Veremem, benim cep telefonum yok derim. Peki, neden böyle dersin? E o bana telefon açıp pril kaça diyecek, misal. Ben söylersem, o bir kuruş aşağıya satacak. Anladın mı? Anladım. Bazen de girer biri dükkana, şu kaç lira der, şu kadar derim, vay bilmem nerde daha ucuzmuş. Buyur git ordan al derim. Süpürgeye, kovaya, ütü masasına pazarlık mı yapılır? Neymiş, emekliymiş, peki bu sokakta hangi aylıkla oturuyorsun demezler mi adama? Sonra sen emekliysen, ben neyim? Bunu hiç düşündün mü mesela? 
Duvarda kırk yaşlarında, karayağız, temiz yüzlü adam sessiz sedasız duruyor. 
Bak şu adamın hasretini doya doya yaşamadım, yasını bile tutamadım, evde bir çorba kaynayacak, kendimden vaz geçtim, oğlana sırt baş alınacak, okula gidecek. Ama o emekli bunu düşünmez. Gitsin başka yerden alsın, bir kuruş indirmem. 
Ablacığım, çok esaslı kadınsın ne yalan söyleyeyim, nerelisin sen? 
Elazığlıyım. Bir çığlık halinde, böyle sevinçli, yahu benim de büyükdedem Elazığlı deyiverdim. Bu coğrafi konularda Katolikler gibiyimdir, onlar karşılaştıkları insanların ne yapıp edip katolik olup olmadıklarını öğrenirlermiş, iki kitapta okumuştum. Biz Harputluymuşuz dedim. Hanımelli köyünden mi yoksa, bak bir de akraba çıkalım ki! Valla, köyü bilemem. Büyükdedemiz, yani 1850’lerde filan doğmuş bir adam, kalkıp Adana’ya gelmiş, kaçmış esasında. Hımmm, acaba sürgün mü? Abla politik olarak da donanımlı. Valla büyüklerin anlattığına göre bir kan davası pisliği varmış, bildiğimiz bu kadar, gelmiş ve dönmemiş hiç. Orada kendine bir hayat kurmuş, işte kuşaktan kuşağa bizler doğmuşuz. Varlıklı bir ailenin oğluymuş. Malına mülküne, anasına babasına dönmediğine göre… Lâfı ağzıma tıkadı. Bak şimdi, orada iki türlü Kürt var, biri Hanefi biri Şafii, bu kan davası işleri filan Şafii’lerde olur, ben bilirsem, senin deden Şafiymiş. Valla ablacım, ben bunları bilemem, esasında kim neymiş, beni de ilgilendirmiyor. Hiç kimse ağaç kovuğundan çıkmış değil. Ohh, içim rahatladı.  Rahmetli Büyükannemin soy sop işi ortaya atılınca hep söylediği lafı söyledim. Bak bu dediğin doğruuu. 
Peki oğlun dükkanla ilgilenmiyor mu? Çok şükür, işi var gücü var. Evlendi. İki de torunum var, ellerinden öper. Ben evde oturup ne yapacağım? Kalkıp geliyorum dükkana. İşte böyle senin gibi biri geliyor, konuşuyoruz. İnsan insanın ağını alır kızım, adın ne senin? Saniye. Ha, öyle mi? Siz Hanefisiniz o halde. Şafii’lerin adı, böyle ne deyim, çiçek adları gibidir, güneşin doğuşu, küçük ateşçikler, bak dinle, çağlayarak akan sel, sen hiç böyle isimler duydun muydu? Yok, seninkilerin durumu başka, biz bilmeyiz artık neyse. Amma, akıllarına bir kıza Saniye adı koymak gelmez. 
Açıkcası ne diyeceğim, bilemedim. Şeker gibi bir kadın adım ve ailem hakkında yorumlarını dillendiriyor, bende bir hatıra bırakmak isteyerek mücadelesini anlatıyor, eh bana da teşekkür edip, izin istemek düşer. 
Sizi tanıdığım için çok sevindim, buralara yolum düştükçe uğrar, bir selam veririm ablacığım, kendinize iyi bakın diyerek dükkandan çıktım. 
Vay be, ne dükkanmış! Bir beyaz iplik almak için gelmiştik! 
Saniye Akay Demirel 

Yorum yaz

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s