Adana Yaşanır

Standard

Upuzun iki çinko perde. Arasında daracık bir boşluk. Boşluğun gerisinde eli isli, eli kömür rengi işçiler çalışıyor, üstü çıplak bir adam balyozu havaya kaldırmış, çinko perdede güneşin ışıl ışıl yansıması, az sonra balyoz gümm diye yere inecek. Bir filmde görsek vayyy be ne görkemli bir fotoğraf derdik ama o kadar hızlı geçiyor ki o an, fotoğrafını çekmeye zaman bulamıyoruz. 

Kaburgacı Cabbar’ı bulduğumuz yerdeyiz. Adana Karşıyaka. Hilton Oteli’nden metroya doğru giderken, kapkara binalar arasında, kapkara duvarlar altında ufacık bir lokanta. Kapıdan girmeden önce burada lokanta mı olur yaa diye iki kere bakacağınız bir lokanta, hoş burası zaten lokanta değil ki, Kaburgacı Cabbar. Tek masa, iki üç sandalye, ufak bir ocak başı, üç çalışan. İçeri girince bizi kırk yıldır tanıyormuş gibi karşılıyorlar, masaya beyaz bir kağıdı serip hemen yanı başımızda salatamızı yapmaya başlıyor Sinan Usta. 

Bi zahmet Jamie Oliver buraya gelsin de soğan bu kadar hızlı ve bu kadar ince nasıl kıyılır görsün. İki dakikada iki çeşit salatayı taze taze yapıp önümüze koyuyor. Tabak yok, çatal var, buzlu kola var, bir de tadına doyulmaz kaburga ve yağlı ekmek. Dedeleri Mehmet Ağa 1958’de başlamış bu işe, sonra oğlu Cabbar, şimdi de torunu Sinan. Sanayi Çarşısı’nın ortasında, kapkara binaların arasında böyle bir lezzeti tadacağınıza ihtimal vermiyorsanız, denemesi adam başı on beş liradır, kartvizitinde başka şubemiz yoktur yazar, Cumhuriyet Mahallesi 58/A’da sabahın köründen ikindiye kadar sizi ağırlar. 

Abuzer Kadayıf. Kim mi? Bici Bici ustası Abuzer Dayı. Amerikan Pazarı’ndan çıkıp Ziya Paşa Bulvarı’na doğru yürüyün, ilk sola dönünce bulacaksınız onu. Ama sakın ola ki bir dükkan filan aramayın, bir apartmanın altında, tezgahını koymuş, elinde buz rendesi, bici hazırlıyor. Ter bedeninizden şıpır şıpır damlarken ağzınız diliniz ferahlıyor. Denemesi üç lira. Kartviziti yoktur, mahalleye girince Abuzer Dayı’nın yeri deyin, işaret parmaklarıyla “deyha orda!”

Memleketten dönüş günü. Bir kaç saate sevdiğimiz bir kaç lezzeti sığdırmak için uğraşıyoruz, tulumba tatlısı bir dahaki sefere kalsın, Birbiçer’de ciğeri de bir dahaki sefere yazalım, karnımız doydu, sokak aralarında yürüyüp biraz nostaljik takılalım, işte Pandora. Ben beni bildim bileli var bu dükkan, gümüşler, yüzükler, incik boncuk bir şeyler ve sahibi olan o amca. Kapıdan girdiğimiz an bizi tanıyan bir gülümsemeyle ayağa kalkıyor, elli yılın esnafı, dükkanın önündeki Ramazanoğlu Caddesi’nin şanının pabucunu dama atmış biri o, yol tarifi yapan insanlara Pandora’nın Sokağı demeyi öğretmiş, denemesi bedava, girip içeriye o herkesi tanıyarak karşılayan gülüşü bir de siz görün.

Zamanımızı doğru kullanıp bir de kahve molası verelim diyoruz. Ziya Paşa’daki Noa’ya giriyoruz. Çok eski dost, sevgili Emre Ürgenç açtı burayı, benim ilk gelişim, sorduk, Emre yokmuş. Kahveleri içtik, hesap istedik, Emre Bey’in ikramı dediler. Haber ne zaman gitti, nerden öğrendi geldiğimizi, bu ne hız? 

Fıstığımızı da aldık, şimdi doğru havaalanına. Nihat Bar’da küçük bir şarap içip, uçağa bineceğiz. Şarap ilaç niyetine, uçak korkumu gidermek için sakinleştirici, fakat eyvah, Nihat’ta artık şarap yok. Mecburen üstteki lokantasına çıkıp kadeh şarap vermeyi kabul etmedikleri için 144 liraya bir şişe açtırıyoruz. Oğlumla yudumlayıp, çakır keyif uçağa biniyoruz. 

Adana yaşanır. Biz bunu biliyoruz. 

Yorum yaz

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s