Her gün birkaç öykü okumanın insana iyi geldiğini deneyimleyerek öğrendim. Bugün bahçede uğraşırken, mahallenin bütünnn kedilerinin sevgilisi Dilek Hanım, yan bahçeden bana ‘insanlar masal gibi!’ dedi, kucağında on gün önce doğmuş beş siyah kedi, bırakmammm ben sizi yaban ellereeee, birden gözlerim sulandı, gözyaşlarım aktı akacak, utandım da, akmasın şimdi ‘şu anda sevinç dolu’ bir kadının yanında, üstelik böyle ‘tek cümlelik öykü’ gibi bir de lâf söylemiş, kocası ölmüş, yaşlı annesinin bakımıyla uğraşıyor, içi sevgi yüklü bir insan, kalan herşeyi kedilere salıyor. Ocakta kaynayan bir şey var gidip altını kapayayım deyip, doğru içeri! İtiraf ediyorum, bir yandan da söylediği cümleyi aynı sırada aklımda tutup, hemen not edeceğim, duyguları yaşamak belleğimin önüne geçer, unutup giderim sonra. İnsanlar masal gibi!
Ben duygularımın yüklü olduğu zamanlarda öykülere sığınırım, biraz yalnız insan kaçışıdır, şimdi neden yalnızız faslına hiç girmeyeceğim, Özdemir Asaf’ın ‘yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa, yalnızlık olmaz.’ dizelerine gönderme yapıp bu konudan çark edeceğim. Notumu alıp, Pazar günü Remzi’den aldığım kitaba elimi attım, ‘Erken Kaybedenler’, hatırlarsınız, bir kaç hafta önce kitaptaki bir öyküden bahsedip, Emrah Serbes’e teslim olduğumu yazmıştım. Sonra kitapcık, bitiremeden benden gitti, oğullar kurt, maşallah, onlar öyküler üstünde bir şeyler çalışıyorlarmış, ben ödünç kitaptan mahrum kaldım, eh, ne yapalım, aldık bir tane! İçindeki her öykü, evet, her öykü çok güzel yazılmış. Amaaaa, bir tanesi var ki bir tanesi, ahh nasıl da hem gözyaşı dökerek, hem kahkahalarla gülerek okunuyor, okumadan bilemezsiniz. ‘Ağbim yirmi yaşında bu vatan için şehit oldu.’ diyen bir çocuğun insanı sersemleten ilk yumruğu ile sallanıyorsunuz, başlığı ‘Üst Kattaki Terörist’. Siz belki beni dinlemeyip, okumazsınız ama ben çok yıllardır üniversitede hocalık yapan bir insan olarak hep ‘belki biri dinler, biri önerdiğimi yapar!’ gibi tek kişilik hedefleri çok önemseyen bir insan olarak diyeceğimi derim çünkü çok hoş, biri mutlaka yapar!
Geçen haftanın günlerinde de Pınar Öğünç’ün öyküleriyle sarmaş dolaş oldum. Hikaye şöyle, sömestr tatilinde annemi ziyaret etmek için Adana’ya gitmiştim. Bu gezilerimde zamanımın bir kısmını dost, hısım, akrabaya ayırırken bir kısmında da bağımsız ruhum şehri gezer, Gazi Paşa Bulvarı’ndaki Kitapsan’a girdim, biraz film aldım, festival filmleri üç kuruşa ortaya yayılmış, harika, filmlerden konuşurken, satış sorumlusunun bu işlerden anlar bir insan olduğunu fark ettim. Böyle durumlarda, insanlara fikir sormaya bayılırım, ‘var mı önereceğiniz bir kaç kitap?’ dedim, gidip bir kaç tane seçti, hepsini aldım, Pınar Öğünç’le işte böyle tanışmış olduk, bu arada, entellektüel satıcının adı Mehmet Sarı. Pınar Öğünç’ün ‘Aksi Gibi’ başlıklı öykü kitabında, yine her öykü çok güzel ama hep bir ‘daha güzel’ vardır, ‘Bir Derdiniz mi Var?’ ı iki kere okudum, ikincisi 23 Nisan tatilinin ertesi gününe denk geldiği için sınıfta çok az öğrenci vardı, günlerden Cuma olunca bir kaç erkek öğrenci de namaza gitti, sınıfta dört öğrenci bir öğretmen kaldık, öykü okumak için şahane bir zaman. Kış Uykusu’nda Nadir Sarıbacak’ın masaya şakkkkkk diye vurduğu sahnedeki gibi bir performans gösterdim, iyi olduğu söylenen her öğretmenin içinde olamamış bir aktör yatar çünkü, onu oynar. Onu oynar. Keşke ben de sizlerle olan sohbetimde Açık Radyo usulü yazabilsem! Orada bir film ya da kitap üstüne konuşulurken, herkes filmi görmüş, kitabı okumuş kabul ediliyor, böylelikle filmin ya da kitabın sonunu açığa çıkarmak bir önem taşımıyor. Ama benim bu köşe yazısında bunu yapmaya hakkım yok, yazara ve sizlere olan saygım nedeniyle yok!Sonra da aynı kitapta ‘Bülent Ersoy Taklidi’ni okumayim mi, okuyup kendimi o karakter sanmayim mi? Yazmak eylemini çok sevdiğim için ikide bir sevdiğim ünlü yazarlarla yapılmış söyleşileri okurum, en iyi adres The Paris Review’dir, Hemingway bile var, hesap edin. Kaç yaşında ilk yazılarını yazmışlar, hangi saatlerde yazarlarmış, onları yazmak için dürten neymiş, hep bir yol ararım, sanki o hazineyi bulsam, oraya sarıp ben de harika şeyler yazacağım. İçinde Sevim Burak’ın sözcükleri evin perdelerine iğnelediği gibi detay bir bilgi bile var ki bunu taaa üniversite yıllarımda evine söyleşi yapmaya giden bir arkadaşımdan duymuştum. Bütün bu olanları yolda sokakta tanıştığım herhangi birine anlatmış olabilir miyim? Benden mi duymuş? Hınzır hınzır dinleyip, sonra da bu öyküyü mü patlatmış? Pınar Öğünç, yazar olmak isteyen o insanın macerasını anlatmış. Üstelik sonunu da ‘Eğer bunu bir dergide, bir kitapta okursanız, bilin ki biri benden çalmıştır.’ diye bitirmiş. Ona tweet attım, acaba benden mi çalmış? Gerçi yanıt yazmadı, gülüp geçmiştir. İnsanlar masal gibi!