Yol

Standard

Sabırla okuyanlar için

Zamanını parasını ve enerjisini, sıra dışı bir şeyleri biriktirmek için harcayan bir kolleksiyoncuyum ben. Gerçek bir kolleksiyoncu, biriktirdiğim şeyi satamam, ondan uzaklaşamam, onsuz yaşamayı göze alamam, ayrılamam, eğer ayrılırsam kendimden çok önemli bir parçayı kaybedeceğime dair endişelerim vardır; tuhaf bir durum işte! Pul, ayna, saat, silah ya da nakış gibi şeyler değil biriktirdiğim, sonsuz bir kaynağım var, kendimi bildim bileli, ‘tanımadık insanlarla tanışıp muhabbet etme’ kolleksiyoncusuyum ben.

Hayatım olur olmadık yerlerde kendiliğimden tanıştığım insanlarla dolu; tanışmak için gayret sarfeden benim, tanıştıran yok, ortada tanıştırılacak bir durum da yok, tanışmak için bin insana sorsanız binbir kişinin bulabileceği bir neden de yok. İnsan tarifeli boğaz seferinde yanında oturduğu insanla konuşur mu? Hadi konuştu diyelim, telefon, e-posta filan alır mı? Ben alıyorum, sonra kimileriyle yazışılıyor, kimileriyle buluşuluyor, çoğunlukla da tak sepeti koluna herkes kendi YOLuna. İnsan otobüsü beklerken yanında duran yaşlı teyzeyle hoş beş etmeye başlayıp inşallah otobüs geç gelir de daha çok konuşuruz diye içinden geçirir mi, erken mi geldi, haydi ben de seninle bineyim bu otobüse, ordan giderim gideceğim yere der mi, otobüse binip yanyana oturarak koyu bir muhabbete girişir mi, bazen insanların sırlarını öğrenir mi, daha bitmedi- ki zaten bitmez benim YOLlardaki tanışma durumum, neredeyse her gün, bazen günde bir kaç defa, hiç mi olmadı, bindiğim taksinin şoförü ile muhabbete başlarım. Otobüste yan koltukta iki öğrenci konuşuyor, çocuklar birbirlerine hayallerini anlatıyor, mezun olunca biraz yurtdışı deneyimim olsun istiyorum abi, içimden ona kadar saymaya başlayıp üç deyince mevzuya dalarım; güya ona kadar sayacaktık, onu unuttuk, arkadaşlar Inter-rail denen bir tren var’dan başlayıp artık Allah ne verdiyse! Yakınlarım bana alıştılar ama yine de belki kulağıma küpe olur diye uyarmaları bitmiyor, birgün başına bir iş gelecek, sen herkesi kendin gibi mi sanıyorsun, hayır sanmıyorum aslında tam olarak da sanmadığım için tanışıyorum, e peki derdin ne, neyin peşindesin, masal peşindeyim, herkesin bir masalı var, hatta çok masalı var, onun peşindeyim, amannn be âlemsin valla…

Şimdiye kadar binlerce insanla konuştum, unutamadığım çok hikâye var, hangi birini anlatayım? Bindiğim taksinin şoförü Diyarbakırlı bir dengbej çıktı mesela. Yirmi beş dakikalık YOLun nasıl bittiğini anlamadım. Ağa kızı karısını nasıl kaçırdığını, yıllardır bu sevdayla nasıl tutuştuğunu bir anlattı, üste para verdim. Haketmiş, vermeyip ne yapacaksın?

Bir de kucağında bebeği, kahverengi çarşaf giymiş gencecik bir kadın vardı, yaşı yirmisinde yok, onu unutmadım. Orta okuldayken ailesi evlendirmiş, kocası kaynakçı. Hocası yalvarmış yakarmış yapmayın etmeyin diye diller dökmüş ailesine, bu kız okur demiş ama evliliği önleyememiş. Ben onla konuştuğum günlerde ne mi yapıyordu? Bebeğini uyutup Dostoyevski okuyordu. Pencereden dışarı bakıp, okumayı çok seviyorum abla dedi. Tekrar bana döndüğünde sol gözü seğirdi. Ayrılırken kartımı verdim, belki ararsın, bir şeylere ihtiyacın olur filan, aramadı. Onu bazen düşünüp beni aramasını hayal ederim. Belki kartım kaybolmuştur, belki de evindeki gizli bir köşede saklıyordur, çayımı şıngır şıngır karıştırırken, zaman zaman, bu ihtimali düşünmeyi severim. Ararsa mutlaka bir geceyarısı arar, abla beni hatırladın mı der, evet evet hatırladım canım noldu söyle derim. Belki kocası çarpıp kapıyı gitmiştir, belki onu dövmüştür, çocuğuyla soğuk bir geceyarısı sokağa atmıştır belki, kimbilir? Bir türlü hayatının bir yerine dokunabilmeyi düşlerim.

Konuşmaya başlamak için seçtiğim ilk sözün ne olduğu her defasında değişir, tamamen doğaçlama, durum neyse o. İnsanların on-off düğmesini bulmaktan zevk almak olarak tanımlamak yetersiz kalır, daha çok korkular ve güvensizliklerle başedebilmek için başvurulan bir YOL, bir hayat biçimi, bir öykü okumak gibi yaşamak belki, kimbilir? Tanışıp uzaklaşmak ayrı bir hikaye, tanışıp YOL’a devam etmek ise bambaşka…

Prag’dayım. Bir arkadaşımla o büyülü şehrin tarih ve sanat kokan YOLlarını arşınlıyorum. Zaman kısıtlı değil, on gün buz gibi havada o müze senin bu mekan benim gezip duracağız. Türkiye’ye kıyasla çok ucuz bir şehir, metrosu, treni heryere ulaşıyor. Geceleri de konser, tiyatro, bale, opera gibi etkinliklere gidiyorum. Bir gece önce Carmen’i izlemişim, o gece de Kuğu Gölü Balesi’ne gideceğiz, aynı mekanda olacak. Gel gör ki, bütün bir günü gezmekle geçirip bildiğimiz YOLlardan çıktığımızdan opera binasını bulamıyoruz. Ehh, birine sorduk, ordan burdan bir şeyler tarif etti, pek İngilizce bildikleri de söylenemez ama bir türlü anlaşıyoruz. Bir parka ulaştık ama burdan sola mı dönecektik sağa mı, bilemeyince parkta yürümekte olan bir adama sorduk, yaşlı bir adam. Opera binasını sorunca ‘ahh, Kuğu Gölü’ne gidiyorsunuz!’ dedi. Durup dururken kalbimde bir sevinç esintisi, neden olduğunu bile düşünmediğim bir esinti, sıcacık bir sevinç. O da baleye gidiyormuş, oooooohh, şanslı günümüzdeyiz, birlikte yürümeye başladık.
Opera binasına ulaştık. Bilet kalmamış. Birkaç kişi fazla biletini satmak için adam arıyor, ben tam bilete atlarken, yaşlı adam nazikçe kolumdan çekti, bilet bulma vaadiyle gişeye gitti, bizim parayla adam başı on liraya koltuklarımıza kurulduk. Yerimiz de iyiymiş gibi laflar edip üçümüz yanyana baleyi izledik. Ara olunca sohbet başladı, fizik profesörü, eşi çocuk doktoru, Slav, dört çocuğu var, kızlarından birini bir kaç yıl önce kaybetmişler, kanserden, çok başarılı bir iş kadınıymış, telefondan gösterilen fotoğraflar derken sıra gösteri bitişi birer ‘bugünün anısı olsun!’ fotoğrafına geldi. Lâfın arasında ikinci dünya savaşına onaltı yaşındayken katıldığını filan da söyleyince onu tanıma arzum iyice perçinledi. Biz oğlumla buluşup birer bira içeceğiz diyerek bir yerlerde oturmayı teklif ettim. İçki içmemesini kabul edersek gelebileceğini söyledi.

Oğlumun da katılmasıyla dördümüz sohbet dolu bir gece geçirdik. Savaşta yanı başında patlayan bombayla ölen askerleri anlatırken, hayat böyledir, biri ölür diğeri kalır ve bu niye böyledir bilemezsiniz dedi. Birbirimize kitap önerilerinde bulunduk. Konuşması çok etkileyici, sıkı entellektüel. Ayrılırken ben ona telefon numaramı ve e-postamı verdim. O bana telefonunu vermedi, e-postasını alıp iyi geceler dileyip ayrıldık.

Buraya kadar olan şeyler belki de pek çok seyahatçinin yaşadığı bir durum olabilir, öyle ya, tanımadık bir ülkede tanıştığın bir insanla sohbet etmek normal bir olaydır. Fakat bizim hikayemiz daha farklı gelişti. Dönüşte, yaşlı adam nazik davetim için teşekkürlerle çektiği fotoğrafları yolladı. Mektup şöyle bitiyor,
‘dışarda serin bir yaz akşamı var, bahçe beni bekliyor,’
Parkta tanıştığımız anda ‘Kuğu Gölü balesine gidiyorsunuz,’ dediği an hissettiğim o esinti yine içimden geçti. Beni bu adama bağlayan bir şey var, var, ama ne, bulamıyorum. Fotoğraflara teşekkür yazımı yazarken, kimbilir belki de ülkemizi gelip görürsünüz, gibi bir şeyler yazdım. Gelen yanıtta buna istekli ifadeleri okuyunca da buyrun, eşinizle gelin, sizi ağırlarız evimizde dedim.
‘Tabiat olarak çekingen bir insanım,’
diye başlayan mektubunda eşinin işleri nedeniyle gelemiyeceğini ama eğer kabul edersek kız torunu ile gelebileceğini yazıyor. Haziran ayının ikinci haftası gelmeleri kararlaştırılarak hazırlandık. Bu kadar basit ve hızlı!

Eşim benim hikayelerime çok alışık olduğu için kucak açtı konuklara, havaalanına gidip karşıladık. Ev çok odalı, birer oda verdik, yemekler, hoşgeldiniz diyerek kadeh kaldırmalar, yaşlı olduğu için tuzu az yemekler, sabah güzel bir kahvaltı ve şehrin gezilecek yerlerine seferler, torun ben ve yaşlı adam. Akşam yemekte küçük oğlum, ‘anne bu adam dedeme benziyor,’ dedi.

Bir kaç yıl önce kaybettiğim babamın nev-i şahsına münhasır bir konuşma biçimi vardı, yani mesela o da böyle bir durumda soru sormaz, tesbit yapardı; ‘Kuğu Gölü balesine gidiyorsunuz,’ ya da ‘dışarda serin bir yaz akşamı var, bahçe beni bekliyor,’ Ölmeden bir kaç ay önce yolda halini hatırını soran genç bir meslektaşına ‘hakemin son düdüğünü bekliyorum,’ demiş, cenazesinde anlatmıştı o genç adam. Onu hatırlıyorum. Babama benziyor, babama benzemesi içimi coşturuyor.

Gelirken çok da güzel bir Prag manzarası getirmişler, yağlı boya, orijinal. Altı gün boyunca İstanbul kazan biz kepçe gezdik, nasıl mutlu nasıl mutlu ikisi de, biz de çok mutluyuz. Beş yıldızlı otel diyor, çok teşekkür ediyor, nasıl oldu bu iş diyor. Mozaik sanatına özellikle meraklı, gravürleri seviyor, Aya Sophia’da büyülendi adeta, hiç yorulmuyor. Topkapı’ya gittiğimiz gün program yoğun diye yanıma bir dostumu da aldım, iyi ki almışım, ben yorgunluktan Topkapı’nın çimlerinde kestirirken onlar müzeyi gezdiler.

Son günlere doğru bir gün boğaz turu yaptık, manzaraya bayıldı, fotoğraf üstüne fotoğraf çekti. O gün saat yedi gibi Saint Antoine Kilisesi’nde bir ayin varmış, sabahtan gitmeyi kafasına koyduğu için ben trafiği de hesaplıyarak nasıl yetişiriz telaşındayım. Taksi, metro filan derken hızlı bir yürümeyle kiliseye beş on dakika gecikmeli vardık. İkonların önüne gidip haç çıkardı, dua etti, sonra kilisenin ayin sıralarına yanyana oturduk, dua ediyor, gözleri kapalı, yüzünde bir huzur var seksen dört yaşındaki arkadaşımın. Papaz dua ederken koluma dokundu, başını hafifçe bana çevirdi, ama gözlerime değil, sanki başka birine bakıyor, fısıltı gibi bir sesle dedi ki, ‘bu muhteşem şehri gezerken, camileri, kiliseleri, insanın soluğunu kesen boğazı, gördüğüm her güzel şeyi görürken, dedim ki sen daima bizimlesin Maria!’
Ağlıyordu.
‘Parkta tanıştık, insan parkta tanıştığı bir insanın peşinden kalkıp bir YOLculuğa çıkar mı? Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim,’
Ellerimizi birbirine sımsıkı sarıp ağladık.
Şimdilerde ben ona o bana birbirinden güzel mektuplar yazıyoruz. Yaşlı arkadaşım Çek tarihi anlatırken artık konuyu değiştirme vakti geldi, bir şiirle diyerek, Japon bir şairden mısralar döküyor sayfaya;
‘Kış geçiyor
Kuşlar ağlıyor
Balıkların bile gözleri yaşlı.’

Yorum yaz

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s