Marquez’den Neyimiz Eksik?

Standard

Şimdilik sayısı 106’yı bulan dini bayram yaşamışım, hatırlayabildiğim ilk bayram anısı bir film sahnesi gibi kazınmış aklıma. Annem arka bahçedeki evimizde abimin ve benim yüz ve boynumuzu sabunladığı bir bezle siliyor. Banyomuzu bir gün önce yapmış ama bayram sabahına temiz başlamak gerekiyor, öyle diyor annem. O bizim temizliğimiz ile uğraşırken akrabalarımızdan Halide Teyze’nin öldüğü haberi geliyor. Film bitiyor.

Sonraki yıllarda bayram demek hem anne hem baba tarafımdan nene dede ve büyükanne evleri. Dedem mutlaka ‘lehylimacun yaptırttım size’ diyecek, büyükannem kavurma yapacak, dedemin annesi Aliye Hanım başköşede oturacak, üçaylığından erkek torunlara daha fazla bayram harçlığı verecek, nenemin evi köyden kentten gelen akrabalarla dopdolu olacak, şansımız varsa Karakaş Necmi Amca’nın geldiği saate denk düşeceğiz ve neredeyse hep o şansı elde edeceğiz, gelsin kahkahalar, vallahi alem adamsın densin, rahmetli her defasında bizi güldürecek yeni bir hikaye anlatacak çünkü arşivi yok herşey doğaçlama gelişiyor. Bir keresinde ‘bu devirde para her kusuru örtüyorrrrrrr’ diyor, ay sanki rrrr hiç bitmeyecek, uzuyor da uzuyor. Nenem olur mu hiç öyle şey diyerek itiraz ediyor. ‘Olur Abla’ diyor Karakaş; haşmetli kara kaşları var, ‘bak’ diyor, cebinden bir tükenmez kalem çıkarıp sol avcuna bir şey yazıyor. Sonra avcunu gösterip ‘burda ne yazıyor?’ diye soruyor. Adana’da duymaya alıştığımız bir küfrü yazmış, af buyrun ‘dümbük’, herkes tüh tüh filan derken arka cebinden cüzdanını çıkarıp o devrin en büyük kağıt parasını gayet fiyakalı bir edayla çekiyor, diliyle yalayıp şakkkk diye sol avcunun ayasına bastırıyor. ‘Görünüyor mu?’ diyor. Soruyu sorarken kafasını titreterek sallıyor. Kahkahalar, kahkahalar…. Fellini Filmi’nden neyi eksik?

Evin içi insan dolu, kapıyı çalan yok, kapı açık çünkü, gelinler giyinmiş kuşanmış, takmış takıştırmış, Akay Ailesi’nin erkekleri karılarına iltifat ediyor, gelinlerin yüzü gülüyor. Dedemden ders almışlar; onun için dünya bir yana Hocanın Kızı bir yana. Öyle bir aşkla seviyor. Diyelim ki o sırada ailenin en küçük oğlan çocuğu geldi, bayramlıklarını giymiş, büyüklerinin elini öpüyor, dedem hemen ‘dedesi bu paşanın evinde ölecek’ diyor. Bu ailede bütün erkeklere paşa deniyor; misal Akif Paşaaaa… Kızlara hatunlu hitaplar yapılıyor; Güllatınnnn, Saniye Hatunnn, Nakiye Hatunnn, hep uzatarak. Çay servisi yapılırken çocuklara paşa çayı teklif ediliyor. Annem her defasında ‘çocuklar çay içmez’ diyor. Bu defalık içsin yengesi diyerek halalar bizlere iltimas geçiyor. Bayram buluşmaları sırasında erdemli insan hikayeleri anlatılıyor. Bazen de erdemsiz insan hikayeleri, o noktada yavaş seslerle hafif bir dedi ve de kodu durumları oluyor, ne demek olduğunu hiç bilmediğim ama hiç taktir görmeyen bir insan tipi için faizci deniyor, sözcük dudaklardan bir fısıltı halinde çıkıyor, başlar üç beş kere indirilip kaldırılıyor. Biz büyüyoruz.

Sonra bayram turları başlıyor, mübalağa yok, 30-40 kapı geziyoruz. Babamın Vecihe Teyze’sine gittiğimizde babam hep ama hep aynı hikayeyi anlatıyor; neymiş onlar nişanlıyken adamcağız nişanlısını yanağından bir öpmüş, babam da görmüş. Çocuk o zaman. Vecihe Teyze ve kocası bir gülüyor bir gülüyor, nasıl mutlular. Biz de mutluyuz çünkü bu hikayeyi dinlemeyi seviyoruz, hayret on keredir dinliyorum ama ilk kez dinliyormuşum gibi mutlu sonu bekliyorum. Nınınınnnnnnn, sırada adamın nişanlısını öpmesi var. Bir de bir akrabamız var, ismi lazım değil, büyüklerden, onlara gittiğimizde evdeki amca bize bayram harçlığını az veriyor. Biz az da olsa kağıt para bekliyoruz, o bize hep kuruşlu paralar veriyor. Bir bayram abime ben çıkarken onun elini öpmeyeceğim diyorum ve evet, hınzır ben, öpmeden çıkıyorum. Abime kağıt para vereceği tutmuş, iyi mi? Mümkün olsa geri dönüp elini öpecem ama geçti Bor’un pazarı.

Halit Amca’lara gitmeyi çok seviyorum. Bütün aile pırıl pırıl giyinmiş, misss gibi kokular sürünmüş, erkeklerin saçları biryantinli. Kadınlar bir zarafet abidesi gibi, hep tatlı bir tebessüm dudaklarda- Gülcan Teyze, Nurten Teyze. Bir de Ekselans var, annemin akrabası. Adını bilmiyorum o zamanlar, ona herkes Ekselans diyor. Marquez’e giriş yaptık, iyi mi? İnsan diplomat olsa ancak böyle olur, monşer monşer, nasıl bir şıklık, nasıl bir konuşma biçimi, onun prens filan olduğunu düşünüyorum, yoksa durduk yere adama neden Ekselans desinler?

Bayramın üçüncü ya da dördüncü günü aile büyükleri bizim evimize geliyorlar. Hiyerarşik bir sıra ile bayram ziyaretleri sürüp gidiyor.

Sonra, ‘ilk bayramı’ denen şeyi öğreniyorum. Ailede kayıplar yaşandıkça bayramlar o eski tadıyla geçmemeye başlıyor. Gözler, birbirine temastan kaçırılarak nemleniyor. Hikayeler artık daha az anlatılır oluyor. Karakaş Necmi Amca da ölüyor. Duvara asılmış çerçeveli fotoğraflara bakılıp iç geçiriliyor. Biz büyüyoruz.

Benim hafızamda bayram, o özel günde o güzel insanların yüzlerinde kilitlenmiş kalan kocaman bir kahkaha.

İçimde saklı kalan o kahkahalarla, hayatımdan bir hikaye gibi geçen insanlarımla, babamla, kayınbabamla, kayınvalidemle, Haticemle, Hasan Gençyılmaz’ımla, Bekirimle, Haluğumla, nenem, halam, amcam, Mediş Yengem, dedelerim, liste uzun, etimle kemiğimle ruhumla acısı olan herkesin acısına sakınarak ve sahip olduklarımı kaybetmemeyi dileyerek… Bayram. Tatlı başlayıp hüzünlü mü bitti? Hangimizinki öyle değil ki?

Fakat herşeye rağmen, hayat yeniden diriliş üstüne kurulmuştur. Bu yazı da Suç ve Ceza’dan feyz alıp Raskalnikof gibi yeniden dirilecek. Ruhunuzun yüceliğini hissedeceğiniz, beş on dostla akrabayla komşuyla tanışla geçireceğiniz nice bayramlara.

Yorum yaz

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s