– Ben Adana’yı görmedim ama çok merak ediyorum.
– Adanamız çok güzeldir, mutlaka gidip görün ama sakın Ağustos’ta gitmeyin. Çok sıcak! Biz sarı sıcak deriz, sıcak sözcüğü anlatmakta yetersiz kaldığı için halkımız sarı sıcak demiş, düşünmesi zor ama o kadar sıcak ki ‘kuşlar bile uçmaya üşenir.’ En iyisi Mart’ın son günleri hatta en sağlamından Nisan’ın ilk günleri gitmek. Bütün şehir missss gibi portakal çiçeği kokar. Havaya karışmış kebap kokusu da var ama o zaten her zaman var.
Yaban ellerde bütün Adanalıların böyle bir konuşmayı yaptığı olmuştur, böyle bir konuşma emin olunuz ki Sidney’de bile yapılmıştır çünkü orada Ali Abi yaşıyor ve memleketini çok özlüyor, Almanya’da yapılmıştır çünkü orada binlerce Adanalı gurbetçimiz yaşıyor ve hepsi de memleketini çok özlüyor. Koku, duyularımız içinde nostaljiyi, bir özlemi hatırlamanın en kalıcı olanı, fakat, ahhh, bir kokuyu nasıl betimlersiniz, onu ancak burnunuzla solumak, içinize çekmek gerek!
Açıklıkla itiraf edelim ki şehrinin en önemli ilk özelliği olan bu kokuya müptela tek bir kişinin bile aklına Adana’da bir portakal çiçeği festivali yapmak gelmedi, geldiyse de, biz duymadık. Sonra bir gün, bu topraklarda yetişmiş bir adam bir hayal kurdu ve bakar mısınız lütfen, hayali gerçek oldu!
Ali Haydar Bozkurt içimizden biri ama ilk kez o, hemşerilerinin aynı tanımlamada birleştiği ‘Nisan’da portakal çiçeği kokusu’ betimlemesini ‘can kulağıyla dinledi’, önemsedi, bir fark yaratabileceğini düşünebildi, şehri gidilecek bir yer haline getirebileceğini tesbit etti, şu meşhurrr kebap Adana’da bir başka yenir, gidip İstanbul’da yetineceklerine Adana’ya gelip yesinler dedi, rakılarını bardağın ucundan tutarak ‘sağlığına gardeşşş!’ diyerek tokuştursunlar dedi, ömürlerinde ilk kez şirdanı tatsınlar dedi, bu da yetmedi, turunç reçelini şehrin kadınlarının ellerinden tatsınlar dedi, Seyhan Nehri’nin kıyısında gün batarken bir akşam yürüyüşü yapsınlar dedi, portakal çiçeğini dalına uzanıp koklasınlar dedi, dayanamayıp bir çiçeği dalından koparıp göğüslerine taksınlar dedi, şehre akın akın insanı kendiliğinden getirerek pazarı canlandırabileceğini gördü. Ben kendisini üç yıl öncesine kadar tanımazdım, henüz yüzyüze de tanışmadık, üstelik bu yazıyı festivale üçüncü yılında da katılamadan, uzaktan, İstanbul’dan yazabiliyorum, niye biliyor musunuz, çünkü hafızamı işgal etmiş o mis gibi kokuyu uzaktan bile içime çekebiliyorum.
Şimdi insanlar akın akın Adana’ya gidiyor, (gitti, döndü bile) uçaklarda, otellerde, pansiyonlarda yer kalmadı, kebapçılar ‘ne veriim abime’ demiyor, dayıyor kebabı, gözler yeşillik görsün, sokaklar rengarenk karnaval giysilerini kuşanmış şehirlilerle dolu, Selda Bağcan Uğur Mumcu Meydanı’nda ‘ellerimde gül oya, gülmedim doya doya’yı söylüyor, yüreği gibi bembeyaz bir de gömlek giymiş, ‘Aldırma Gönül Aldırma’ diyor, o güzel meydana adını veren adama ”Uğurlar Olsun’ diyor, Şinasi’de İbrahim Abiler yine döktürüyor, kesin, ‘Red Red Wine’ı söylüyor, şehrin neredeyse bütün sivil toplum örgütleri, dernekleri, okul mezunları kortejlerde yürüyor, Adana Adana diye şehir inliyor.
Bu projenin ardında Ali Haydar Bozkurt’un belki de yüzlerce insanla tek tek, uzun mesailer vererek, derdini dileğini anlatması yatıyor, toplum içinde kurduğu doğru iletişimin, insanlar üzerinde uyandırdığı güvenin bütün yansımaları görünüyor.
Dostlarımı, akrabalarımı arayıp haberleri alırken, Facebook’tan paylaşılan fotoğraflara bakarken, Ali Haydar Bozkurt’un gerçekleştirmiş olduğu bu olayı anlatmak için muazzam, şahane görkemli muhteşem gibi sözlüklerle yetinmek beni kesmiyor. Kızılderililer gibi betimlemek istiyorum.
Çocukluğumu ve ilk gençliğimi yeniden yakaladım sanki,
Yağmurlu bir günde evin içinde otururken pencereyi açıp odaya dolan mis gibi serin kokuyu içime çektim sanki,
Babamın mezarı Adana’da, gidip yanında oturdum sanki,
Bütün sevdiğim insanlar Adana’da, gidip onlara sarıldım sanki,
Bir Ahmet Abi vardı Adana’da, rahmetli oldu, bize 1975’li yıllarda bir aletten bahsederdi, bir düğmeye basacaksınız, hopppp diye New York Üniversitesi’nde hocanın verdiği derse gireceksiniz, bakın görün bu olacak deyip Internet’i anlattırdı. Ona ‘sen haklıymışsın Ahmet Abi, biz pis pis gülüp arkandan dalga geçerdik, affet bizi demek için bir ölüye sarılmışım sanki, Ahmet Abi yüzünde bir maske, festivalde yürüyormuş, olmaz mı, oldu bile!
Portakal çiçeğini koklayıp ‘ahhh herşey güzel olacak!’ deyip coşkuyla yoluma devam etmişim sanki,
İpek diyor ki cennetin bir kokusu varsa o portakal çiçeği kokusu sanki,
Hiç tanımadığım insanlarla elele tutuşup üç ayak oynamışım sanki,
Bütün kızlar toplandık, toplandık toplandık sanki,
Hiç tanımadığım insanlara ‘aslan gardaşım’ demişim sanki, derken içim yaşam coşkusu dolmuş dolmuş dolmuş, ohhhh beee sanki,
Daha ne yapacaktın? Sen çok yaşa Ali Haydar Bozkurt! Aslan gardaşım!