Uzun Yıllar Ötesinden Hatırını Sorayım mı?

Standard

Uzun yıllarrrr ötesinden hatırınııııı sorayım mı? mı’yı kısa terennüm ederek, sana gönül bahçesinden bir demet gül vereyim mi? bahçedeki kurumuş yaprakları tırmıklarken, canım benim gülümmm benim canım benimmmm gülümmm benim bir demet gül vereyim mi? insanın içini ferahlatan ince bir rüzgar eserken, mor salkımlar titreyerek sallanırken, demek ki aylardan Nisan’ken, senden haber gelmeyince bir kar yağar ince inceee sevgilim diye her gece karanlığı sarayım mı? usta bahçedeki kapının önüne parke döşüyor. kısa boylu bir adam, hoşsohbet. anlattığı şeyler beni oyalıyor. genelde ustalar Ermeni diyor. benim ustam Ermeni. beni o yetiştirdi, ben de birini yetiştirdim. çok iyi usta çıkıyor Ermeni’lerden diil mi diyorum, bir an düşünüp ilk önce yalan söylememeyi öğrendim ondan diyor. tırrrrr diye sesler, gönye motorunun sesi. şimdiki efendilerin yasasına göre sen diyor usta yetiştiremezsin, önce okul okuyacak çocuk diyor. adımızı hemence öğrenmiş, bize adımızla beraber abla abi diyince hoşumuza gidiyor. mutfağa gidip fasulyeleri dolaptan çıkarıyorum. bunları tek tek temizlemek gerekiyor. yemeği pişirip ustanın karnını doyuruyorum. yanında çalışan ustalara iyi davranacaksın diyor annem, yıllar öncesinden. bu sesi dinliyorum. işimi bitirip evden çıkmalıyım.
otobüse biniyorum. tam karşımda iki kadın oturuyor. biri genç, diğeri ben yaşlarda. ikisinin de yüzü çok mahzun. genç olanın büyük bir derdi var. gözünü yerde bir noktaya dikmiş aklından neler geçiriyor! düşündüğü şeyin beyhude olduğunu söyleyemeyeceğim için birdenbire ona romanlarda geçen büyük lâflardan birini attırmak istiyorum; mesela ‘köpekler ölülerin kokusunu alırlarmış derler. arılar da böyledir, onlar da sahipleri ölünce kovanlarını bırakıp giderlermiş!’ gibi bir şeyler geçiriyorum aklımdan, Madam Bovary’den; belki derdine bir çare olur diye bir umut! çok düşünürsen, ammannn, ömrün tükenir. kadın duymuyor. nerden duysun? ellerine bakıyorum. çok pis bir iş yapmış ki tırnakları böyle kararmış, kısa kesilmiş, elleri tombul. oysa tertemiz bir kadın. ona güzel bir şeyler söylemezsem içim rahat etmeyecek çünkü kadın beni suç üstü yakaladı, tırnaklarının pis görünüşünü fark ettiğimi anladı. elimi dizine doğru uzatıp ‘paltonuzun üstündeki çiçek desenleri ne kadar güzel’ diyorum. hafifçe gülümseyerek teşekkür ediyor. bir durak sonra inmek için ayağa kalkıyor. giderken ‘sizin de yüzüğünüz çok güzel’ diyor. gülümsüyorum. güzel olan bir şey yok aslında ama biz birbirimize omuz verdik işte bakışı attırıyorum. başımı yola çevirip geçen arabalara bakıyorum. hüznün tuhaf bir çekiciliği var. insan bunla ya tanışır ya tanışamaz. tanışırsa; bir daha bırakamaz. aklımdan büyük laflar geçiyor. ilk aşkın insana bıraktığı miras tüm bir hayat boyunca devam ediyor, bizim bahtımıza ‘her yer karanlık’ düşmüş; tam olarak bunlar geçiyor aklımdan. yaşanmış üç beş tane sıradan anı; ne hayret, insanda hiç unutulmaz görkemde duygular oluşturuyor. tesadüfen karşılaşmalar, bir çay ikram ediş, titrek bir sesle iki üç saçma sapan kelâm; neymiş o sözler, şimdi hiç hatırlamıyorsun ama etmişsin işte, güzelmiş, öyle hatırlıyorsun. yine canım benim gülüm benim’e dönüyoruz, ezgimize bir inleme eşlik ediyor. kabristandaki gülleri hatırlıyorsun. onları kokladığını hatırlıyorsun. güllerin altında yatan adamın yüzü gözlerinde beliremiyor. belleğine dellekkkk demek geçiyor içinden. oysa seni oraya götüren ablanın, kopardığın güle elini uzatıp ‘aman yapma, mezarlıktan koparılan çiçek eve götürülmez,’ dediğini hâlâ hatırlıyorsun. ancak yanlış anlaşılmasın, orada yatan adamı bir adam olarak unutamıyorsun. yaşadığın her ahhhhh’da ona ‘uzun yıllar ötesinden hatırını sorayım mı’ diyorsun. bu kadar işte; böyle yaşıyorsun.

Bir cevap »

Yorum yaz