En sevdiğim kitaplar

Standard
En sevdiğim kitaplar

Okumayı söker sökmez Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarıyla tanışmıştım. Edebi kabul edilmeyen ama bana bilmediğim bir dünyadan acıklı dokunaklı üvey analı hayatlar anlatan bol gözyaşlı kitaplar. Benim bildiğim üvey anne hikâyelerine benzemiyor. Bizde iki üvey anne var; biri hiç görmediğim anneannemin üvey annesi Eşe Nene. O kadar iyi o kadar iyiymiş ki anneannem onun iyiliğini tarif etmek için: ‘öz kızı olmadığımı anladığım tek bir yer var. Kendi annem olsa ara sıra öffff anne yaaa! diyebilirim ama Eşe Ana’ma kalbi kırılır diye öfff diyemiyorum.’ dermiş. Hakikâten de iyi insanlar yaşamış bu dünyada. Diğeri de büyükannem. O da annemlerin üvey annesi ama bir melâike! Ruhları şâd olsun. Tuğcu’nun kitaplarında o kötü yürekli üvey anne ile tanışıyorum. Dünya senin bildiğin gibi değil kızım dediği için benim için önemlidir Tuğcu.

 

9596-Kasagi1

Edebiyatla ilk tanıştığım öykü Ömer Seyfettin’in ‘Kaşağı’sı. İçli içli ağlamıştım. Sonraları iki oğluma da bu öyküyü okutup ne yalan söyleyim çocukları göz göre göre ve bile bile ağlattım çünkü edebiyatın en büyük iki marifeti bu: başka insanların acılarını anlamak ve kendi acılarını aşacak yaşama gücünü bulmak.

Ortaokulun ilk yıllarında okuduğum için hikâyenin ayrıntılarını hatırlamıyorum ama Sabahattin Ali’nin ‘Kuyucaklı Yusuf’unu bitirmek için sabah anneme ‘ben çok hastayım. Bugün okula gitmeyeceğim.’ dediğim an, daha dünmüş gibi aklımda. Yağmurlu, karanlık bir Adana günüydü, ben yatağa uzanmış battaniyeme sarınmış heyecanla o güzel Yusuf’u ve Muazzez’i okuyordum. Hep ‘ahhh, ne güzel bir romandı!’ olarak kaldı aklımda.

Reşat Nuri Güntekin’in ‘Akşam Güneşi’ için edebiyat zevkine çok güvendiğim Aslı Abla ‘İlk gençlik yıllarımda okumuştum. Beni en çok ağlatan kitaptır.’ deyince alıp okumaya başladım. Kitabı okuyorum, okuyorum ama hiç bir yerinde tek damla gözyaşı akmıyor benden. Derkennnn, sonlara yakın sayfalarda bir cümle, tek bir cümle; öyle bir cümle ki şu an hadi söyle deseniz kelime kelime söyleyebileceğim bir cümle! Kitap bir yanda ben bir yanda bööööööö diye ağlıyorum. Ama ne olduğunu yazmayacağım… Herkesin gözyaşı ‘kendince’ çünkü.

aytmatov_cemile

Dünyanın En Güzel Aşk Hikâyesi olarak tanınan Cengiz Aytmatov’un Cemile’si unutamadığım kitaplar listemde ilk ona mutlaka girer. Her yıl öğrencilerime Cemile’yi okumalarını ve benim aşk’ı öykünün neresindeki hangi olayda yakaladığımı bulmalarını isterim. Bakalım aynı an’da hislenebiliyor muyuz diye merak ederim. Bulan çok oldu, bulamayanlar da var; tabi herkesin duygusu ‘kendince.’

Aslan_Asker_Svayk_kapak

Okuduğum romanlar içinde çok sevdiğim ikisi Yaroslav Haşek’in ‘Aslan Asker Şvayk’ı ve Ernst Glaeser’in ‘1902 Doğumlular’ıdır. İlkini Celâl Üster çevirmiş hem de ne çevirmiş! ‘Ananı da al git’ bile var; misal. Yerlere yatarak katıla katıla kahkalar atarak okumuştum. Diğerini de Öner Ünalan çevirmiş; ikisi de işin erbâbı. Bu iki kitabı benim için özel kılan ortak nokta her ikisinde de muhteşem birer Ferdinand hikâyesinin olmasıdır. Hani o tarih kitaplarında birinci dünya savaşı’nın başlamasına sebep olarak gösterilen zavallı Ferdinand. Kahkaha garanti, benden demesi! Ama ikincisinde ağlarsınız da.

Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notlar’ı bünyemde psikolog etkisi yaratmıştır. ‘Bağzı Şeyler’ den bu kitap sayesinde kurtuldum. Nelerden mi? Salya sümük ‘yapaydım edeydim ah anam oylarımdan (could’ve would’ve should’ve’larımdan) İlk cümlesi çok etkileyicidir; ‘Hasta bir adamım ben.’ Nasıl okumazsın? Bu arada, ortalıkta bu kitabı okumamış bir yığın psikolog vardır, bu konuda da bahse girerim.

Albert Camus’un ‘Yabancı’sında bir yerde karyolanın altından çıkan eski bir gazete sayfasında bir anne kızın başından geçen olayı okuruz ve böyle taş kesilip kalırız ortalıkta. Romanın tamamı zaten muhteşem de sırf o olayı öğrenmek için bile okumak şart.

Sartre’ın Duvar adlı öyküsünde anarşistlerden birinin dizlerinin üstünde sürüklenerek iki kişinin kollarında ölüme götürülüşü bir resim gibi hafızama nakşetmiştir. Bu sahneyi unutamam. Bir öykünün sonu bu kadar mı çarpıcı biter?

Pınar Kür’ün ‘Asılacak Kadın’ını çok sevmiştim: ‘tık, kalem kırıldı. Nerden geliyor bu sidik kokusu?’ Füruzan’ın Parasız Yatılı’sı, Sevgi Soysal’ın Şafak’ı, Orhan Kemal’in Bir Filiz Vardı ve Yalan Dünya’sı, Bekir Yıldız’ın Reşo Ağa’sı, Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına’sı; saymakla bitmez, kendi heykelimizi yontmamıza katkısı olmuş kitaplardır.

1420-Asilacak-Kadin(2)

Ortaokul öğrencisiyim. Kitaplığımızda üst raflarda bir roman bana göz kırpıp duruyor; merak ediyorum onu ama bir türlü elim gitmiyor çünkü adı ‘Yedi Aşk Dakikası’. Hani ayıbıma gidiyor, daha yeni serpilirken böyle ayıp adlı bir kitabı ele almak doğru mu filan gibi düşünceler içindeyken bir gün bi cesaret, alıp okumaya başlıyorum. Irving Wallace’dan öğrendiğim şeyler düşüncelerimi, hayata bakışımı tamamen değiştiriyor. Müstehcen nedir üstüne yoğun tartışmaların yapıldığı kitap bir mahkeme sahnesi ve müstehcenlik üzerine alıntılardan yapılan soru- yanıtlarla zirve yapıyor. Nasıl unutabilirim? Artık kitapçılarda kolaylıkla bulunamayan bu kitabı merak eden bir öğrencim eskikitap.com’dan bulup taaa Adana’daki bir sahaftan İstanbul’a getirtiyor. Böyle de söz dinler öğrencilerim.

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı ‘- birini mi aramıştınız beyim?’, ‘-Bir kokuyu!’ Ahhhh, o nasıl bir güzel romandır; sözcüklerin altını çize çize… Anayurt Oteli, yine, bir karakter yaratmak nasıl olurmuş, bir roman nasıl bu kadar güzel yazılırmış, onu öğrenmiştim. Tabii onu hiç bir zaman edebiyat kitaplarına koymayacaklar. Bunun olması için daha bir araba peynir ekmek yemek lazım.

url

Acı Çikolata. Yazarını kıskandığım kitap, kadının adı, (aslında yazarın demem lazım edep olarak ama tekrar ediyorum, kıskanıyorum) Laura Esquivel. Ben de yemek yapmaya bayılıp, o yemekleri yapanların öyküsüne dalmayı çok sevdiğim için ama benden önce o bu temayı bulup üstelik de muhteşem bir biçem ve içerikle anlattığı için düğme ilikleyip kıskanmakla yetiniyorum. Ahhh gerçek aşk, sen mutlaka bir yol bulursun!
Vadideki Zambak’ta uzun bir mektup var. ‘Tüüüüühh şu mektubu evlenmeden önce okusaydım keşke!’ demiştim. Eşim namına değil kendi namıma. Balzac gibi şöhreti tescilli yazarların en büyük marifeti karakterinizi duygularınızı hallaç pamuğu gibi attırıyor olmalarında; onun için. Biz treni kaçırdık, siz okuyun!

25674

Kendi gizli dehlizlerime girdim, bilmediğimi, aklımın yetmediğini ondan öğrendim. O bir ‘her kızın gönlünde yatan aslan’, ‘o bir hayatı yorumlayış ustası, o bir ter-ü taze delikanlı; Oğuz Atay. Tutunamayanlar. .. Benim kuşağımın insanlarının geç tanıdığı, tanımayı kendilerinden sonra gelen kuşağın keşfine borçlu oldukları o kutsal roman. Biz öyle sevdik onu. 460- 537 arası bilinç akışı yöntemiyle yazdığı kısım; noktalar virgüller soru işaretleri kifayetsiz kalıyor, 201-203 tek başına bir tirad, 240-241 benim en sevgili tiradım: ‘Tunç devrinde insanlarımız arasında, birinci sınıf vatandaş, ikinci sınıf vatandaş ve halk şeklinde yapılan ayrım ortadan kalkacaktır. Umumi nakil vasıtalarında biletçiler, halka, bay ve bayan gibi kaba tabirlerle hitap etmiyeceklerdir. Köylüler, en kalın elbiseleriyle, güneş altında çömelerek saatlerce devlet kapısında beklemeyecektir. Herkes istediği mesleği seçecektir. Ressam olmak isteyenler reklamcı, yazar olmak isteyenler mühendis, mimar olmak isteyenler iktisatçı, meyhaneci olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgahtar, adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır. Delilerle alay edilmeyecektir. Mahalle çocukları böylelerinin peşine takılmayacaktır. Para kazanamıyanlara serseri denilmeyecektir. Çocuklar masallarla ve Allah’ın vereceği cezalarla korkutulmayacaktır. Taşradan gelenler, şehirde doğmaktan başka meziyetleri olmayanlar tarafından hor görülmeyecektir. O zaman bin yıllık saltanat başlayacaktır. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha, bin yıl daha.’

Son zamanlarda Ermeni yazarlardan okuyorum. Saroyan’ın ‘İnsanlık Komedisi’ şahane bir şey. İnsan hayran kalıyor, gülüyor, ağlıyor. Yetmiş Bin Süryani, yine Saroyan’ın, her öyküsü ile güzel özel. Başka kitaplarını da okudum; dünya ahret kardeşim olsun.

Cemil Kavukçu, hani o kendi deyimiyle ‘dizinden şakır şakır kan akıyormuş gibi sahici bir acı yüreğinde’ olan yazar. Daha ne diyiiim?

Yorum yaz